12 Şubat 2011 Cumartesi

Tevhid’e Yönelik Komplolar

Allah’ın dinini öğrenmek, onu anlatmak ve gücü nispetinde yaşamaya çalışmaktan daha güzel ne olabilir?

Buna rağmen, bu güzel dini anlamayanlar, anlamak istemeyenler, dolaylı veya doğrudan karşı çıkanlar yok mu? Elbette, dünde vardı, bugün de var, yarın da olacaktır. Bunların adına siz, ister müşrik deyin, ister münafık, ister ehl-i kitap deyin, ister ehl-i bid’at fark etmez!..

Bunların bir kısmı gafildir, bir kısmı cahil, ekserisi de inatçı ve bilinçli kâfirlerdir.

Allah’ın yüce kelâmına değil de, başka seslere kulak verenden daha zavallı kim olabilir?

Müslüman’ın görevi, güzel öğütlerle hakikatleri dile getirmeye devam etmek olmalıdır. Usanmadan, bıkmadan, sabırla ve sebatla.

İsra suresinde ardı ardına gelen ayetler dizisi, bu konuda takip edeceğimiz yol haritasını gösteriyor.

Ayet 125: “Sen, Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla mücadeleni en güzel şekilde sürdür. Rabbin elbette kimlerin kendi yolundan saptığını, kimlerin de dosdoğru yolu izlediğini çok iyi bilmektedir.”

Dosdoğru yol; şüphesiz ki sırat-ı müstakim olan Kur’an yoludur.

Bu yolun tek rehberi de tartışmasız Efendimizdir. Dolayısıyla Müslümanların tek efendisi, tek rehberi, tek örnek modeli de O’dur.

Kur’an-ı Mübin’in bir numaralı uygulayıcısı olan Resûlüllah (aleyhissalatü vesselam)ın, sözleri, eylemleri ve kabulleri ortada iken, rol model olarak başkalarını örnek alandan daha bedbaht kim olabilir?

Kur’an ve Sünnet’ten delillerle gerçekleri söyleyene karşı birilerinin hakaret etmesi, onu yolundan saptırmamalıdır. Her ne kadar “mukabele-i bi’l-misil” onun hakkı ise de, bundan vazgeçip sabrederek sineye çekmesi, hayrına olacaktır.

İsra/126: “Eğer birilerinin size yaptığı kötü şeylere karşılık vermeniz gerekirse, maruz kaldığınız kadar karşılık verin. Ancak, her şeye rağmen sabrı tercih ederseniz, böyle davranmak sabredenler için daha hayırlı sonuçlar doğurur.”

Sabır ve metanetle olayları geçiştirmeye çalıştığı halde, Müslüman yine de taarruzdan uzak değildir. Pek çok zorluk ve sıkıntılar onu bekler. Hatta, Müslüman’a bu sıkıntıları yaşatanlar, onun hemen çevresinde, yakınında ve hatta hayatı birlikte paylaştığı insanlar da olabilir.

Kendilerine ayet ve hadislerden kesin deliller getirildiği halde, mensubiyet ve merbubiyet mülahazasıyla ecdadın veya eşhasın görüşlerini “hikmet” nitelemesiyle önceleyip onu üste çıkarmaya çalışanları görünce, insan ne kadar üzülüyor?!

Kabilesi, akrabası, komşusu ve en yakını olan insanlar, bu mülahazalarla Hz.Peygamber (s.a.s)’e karşı gelip, karşısında diklenip itiraz etmediler mi? Biz atalarımızın yoluna/dinine tâbiyiz demediler mi? Efendimiz’e komplolar kurmadılar mı?

Bugün de, kendi fraksiyonunun galip gelmesi halinde haklı olacaklarını zannedenler, kendi görüşleri dışındakileri karalamayı, kötülemeyi, onlara komplo kurmayı mubah görüyorlar. Emperyalistlerin hakimiyetindeki dünya coğrafyasında İslam ülkelerine ve Müslümanlara kurulan komplolar bunun bir parçası değil mi?

Bunlara karşı, biz yine aynı surenin takip eden ayetlerine başvurup konumuzu noktalayalım:

İsra/127: “Sen yine de her şeye rağmen sabret! Ve unutma ki, sana zorluklara göğüs germe gücünü veren Allah’tır. Onlar için üzme kendini! Onların komploları karşısında da için daralmasın!

128: “Çünkü Allah, iyiliği ilke edinerek kendisine kullukta samimi davrananlarla beraberdir.”


http://www.habervaktim.com/yazar/37621/tevhide_yonelik_komplolar.html

5 Şubat 2011 Cumartesi

İslam Hukukunda Yönetime Başkaldırı

İslam dünyası kaynıyor. Bir halk hareketi sarıyor her yanı. Kimi kansız ama sancılı oluken,n kimi yerde de kan gövdeyi götürüyor maalesef.

Biz de bu güncelden yola çıkarak yeri gelmişken çok önemli bilgilerimizi tazeleyelim istedik.

Bilindiği gibi Müslümanlar kayıtsız ve şartsız Allaha (azze ve celle) ve Resulullaha (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) itaat etmek borcundadırlar.

Bir İslam Devletinde Devlet Başkanına (Halife’ye) ve diğer idarecilere itaat vazifesi ise kayıtlı ve şartlıdır. Bu kayıt ve şart, verilen emirlerin yasal olma şartıdır. Yani verilen emirler, Allah (azze ve celle) ve Resulullahın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emir ve yasaklarından oluşan kanunlara ters düşmeyecektir. Değilse, Halik’a isyan olan yerde mahluka itaat yoktur.

Burada bir gerçeğin daha altının çizelim; ulu'l emr, İslam’dan çıkarak küfre düşerse, kendiliğinden azledilmiş olur. Müslümanlara yöneticilik hakkını kaybeder. Çünkü bir kafirin Müslümanları yönetme hakkı ve yetkisi yoktur.
Burada üç şeye dikkat çekmeliyiz:

Birincisi, itaat etmenin vacip olmamasından mutlaka isyan etmenin gerekli olduğunu anlamaya kalkışmamalıdır. İtaatın vacip olmaması, isyan etmenin vacip olmasını gerektirmeyeceğinden, itaat mecburiyetinde bulunmamakla, isyan mecburiyetinde bulunmak arasında fark vardır. İsyan hakkı başka, isyan etme vazifesi yine başkadır.

İkincisi, çağımızda kendilerine itaat etmenin vacip olmasını hak etmeyen hukuk tanımaz zalim ve zorba idarecilere karşı "sivil itaatsızlık", "pasif direniş" ve “demokratik muhalefet” gibi kavramlar geliştirilmiştir. Bunun İslamî temelleri vardır. Özellikle hukukun üstünlüğü, insan hakları, özgürlükler, halkın iradesi, milletin egemenliği, yerel ve yerinden yönetimler, demokrasi… gibi kavramların bayraklarının yükseldiği çağımızda.

http://www.habervaktim.com/yazar/34591/islam_hukukunda_yonetime_baskaldiri_.html

23 Aralık 2009 Çarşamba

"DUA İBADETİN ÖZÜDÜR"

DUA


İlahi, Hamdini sözüme sertac ettim. Zikrini kalbime mi'rac ettim. Kitabını kendime minhac ettim. Ben yoktum var ettin. Varlığından haberdar ettin. Aşkınla gönlümü bi-karar ettin. İnayetine sığındım, kapına geldim. Hidayetine sığındım, lütfuna geldim. Kulluk edemedim, affına geldim Şaşırtma beni, doğruyu söylet Neş'eni duyur, hakikatı öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam. Sen söyletmezsen ben söyleyemem. Sen sevdirmezsen ben sevemem. Sevdir bize hep sevdiklerini, Yerdir bize hep yerdiklerini, Yar et bize erdirdiklerini, Sevdin habibini, kainata sevdirdin. Sevdin de hıl-at'i risaleti giydirdin. Makam-ı İbrahim'den Makam-ı Mahmud'a erdirdin. Server-i asfiye kıldın. Muhammed Mustafa kıldın. Salat-ü selam, tahiyyat ü ikram Her türlü ihtiram O'na, Onun ailesine, aline, ahbabına Ashabına ve etbaına Ya Rab!ÂMİN

17 Aralık 2009 Perşembe

Aileler çocuklara Allah’ı anlatmaya nereden başlamalı?

Anne-baba olarak çocuklarımızın yetiştirilmesinden mesulüz. Çocuklarımızın Allah (c.c.)'a inanan ve itaat eden, dinimizin kurallarına göre yaşayacak, istikameti düzgün olacak tarzda yetiştirip yetiştirmediğimizden hesaba çekileceğiz.

Öncelikle vazifemize Allah (c.c.) sevgisinden başlayacağız. Çünkü imanlı, itaatkar ve makbul bir kul olmanın temelinde iki duygu vardır:

1- Allah (c.c.) sevgisi.

2- Allah (c.c.) korkusu.

Allah korkusu ifadesini hemen tashih etmeliyiz. Biz bu ifadeyi toplumun anladığı tarzdan hareketle kullandık. Bunun doğrusu Allah'ın azâbından korkmaktır. Korkulması gereken budur.

Allah sevgisi ve O'nun azâbının korkusu insanı ibadete sevkeden faktörlerdir. Bu hususu çok iyi değerlendirmek lâzım.

Çocuklar üzerinde yerli-yersiz, zamanlı zamansız yapılan "Allah korkusu" telkinleri çocuk ruhunda bir takım olumsuz sonuçlara yol açmaktadır.

İnsanoğlu dünyaya doğarken bazı korkularla doğar. Bu korkular canlılar için birçok tehlikelerden kendilerini korumak için Allah'ın bir lütfudur. Eğer anne-babalar ve eğitimciler bu korkuları "Allah korkusuna dönüştürürlerse inanç açısından vahim hata işlemiş olurlar.

Çocuğun hatalı bir davranışı sebebiyle büyükleri ona:

"Allah seni cehennemde yakar."

"Gözünü kör eder."

"Allah seni taş eder." gibi korkutucu ifadelerle onları o hatalarından vazgeçirmeleri çocuğun gelecek hayatı için çok zararlıdır.

Yapılması gereken çocuğun kalbine öncelikle Allah (c.c.) sevgisini yerleştirmektir. Çocuklarımıza önce cenneti anlatacağız. Çocuklarımıza 9-10 yaşlarına kadar cehennemden asla bahsetmiyeceğiz. Çocuklarımıza cennetten çok cehennemden bahsedenler onların ruhlarında tashihi zor badireler açarlar. Bu olumsuz etkilerle çocuk Allah'ı cezalandıran, tahakkümcü ve acımasız bir varlık olarak bilinç altına yerleştirir.

Çocuğun yetişmesinde anne babanın yaşam tarzı iyi örnek, güzel önder olması hususu temel noktadadır. Çünkü çocuk kendisine verilen nasihatlerden ziyade anne-babasının yaşantısını ve hareket tarzlarını gözlemler ve taklit eder.

Çocukların ilginç ve ilginç olduğu kadar da anlamsız sorular sormaları anormal değildir. Bunlar bir oluşumun başlangıcıdır. "Bunlar ne biçim soru? Bir daha böyle sorular sormanı istemiyorum. Yoksa Allah seni taş eder" diye onları azarlamamalıdır. Onların anlayabileceği lisanla konuya açıklık getirmelidir. Bu sorular hemen hemen her çocuk tarafından sorulduğu için böylesi soruların cevaplarının verildiği kitaplar yazılmış, konunun uzmanlarının açıklamaları anne-babaların vazifelerini kolaylaştırmıştır. Alıp okuyup konuya açıklık getirmek icap eder.

"Dayak cennetten çıkmıştır" yalanına inanarak çocukların inancında derin yaralar açacak dayatmaca tavırlar sergilemek çok yanlıştır. Kur'ân-ı Kerim'de, Peygamberimiz (s.a.v.)'in sünnetinde çocukların dövülmesiyle ilgili bir tek emir bulunmadığı gibi bir işaret de yoktur. Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) hayatlarında bir tek çocuğa bile bir sille vurmamıştır. O'nun hayatında sevgi ve şefkatin en güzel örnekleri vardır. Allah (c.c.) sevgisinin olması gereken anlatımları, tavır ve davranışları vardır. Biz Müslümanlara da O'nun gibi olmak düşer. Vazifemiz de budur.
Kaynak:Mevlüt Özcan.http://www.habervaktim.com/yazar/20746/aileler_cocuklara_allahi_anlatmaya_nereden_baslamali.html